Artık rapor, açıklama falan neymiş, gerekçe olarak ne demişler falan okumaya gerek yok. Çünkü tutarlılık kalmadı. TCMB yeni başkanı ilk başta politika faizleri hiç bir şekilde enflasyon altında kalmayacak dedi. Piyasa aa iyi o zaman diyerek dövizden hafif hafif çıkmaya başlamıştı. Sonra birden bire sanırın Alman işadamları ile ilgili bir platformda, bizim için kriter çekirdek enflasyondur deyince, kurlar bir anda yukarı tepki verdi. Sonra bankanın yönetiminde görevden almalar ve atamalar yaşandı. Tüm bunlar faiz indimi hazırlıklarıydı. Ama beklenen söylendiği gibi çekirdek enflasyon oranı olduğu ve o da %16.98 olduğundan dolayı, olsa olsa en fazla 100 baz puan ile % 17'ye iner diye beklenen bir faiz vardı. Fakat yapılan 200 baz puan indirim ile çekirdek enflasyon kriterine de uyulmadı. Hatta bir yazımda dikkat çekmiştim, çekirdek değil de yıl sonu enflasyon hedefi olan % 16.02'yi de hedefleyerebilirler diye. Ama bunun bile altına düşüldü. Demek ki, hiç bir kriter yok. Söylenenler falan hep boş. Tek hedef var ne olursa olsun faizler düşsün.
Düşsün tabi, kim daha düşük kredi faizi istemez ki. Hepimiz isteriz. Sorun ülkeyi getirdikleri yapı nedeniyle, her şey dövize endekli fiyatlanıyor. Köprüden-otobandan geçiyorsunuz kura endeksli bir fiyatlama yüzünden devamlı geçiş ücretine zam geliyor. Üretimde % 70 civarı aramamal kullanıyorsunuz, ürettiğiniz her mal için gelecek ara malın fiyatı kurlar yükselince devamlı yükseliyor. Kendi insanınız, siz enflasyon düşmeden faizleri indirdikçe, buna paralel mevduat faizleri düştüğü için, kendisini enflasyona karşı korumanın yolu olarak döviz tevdiatlara sarılıyor. O zaman da gördüğünüz gibi ülkenin tasarruflarının % 55 civarı DTH'larda toplanıyor. Bu da dövizin bir türlü düşmemesine, ihtiyaç duyduğumuz kaynakların da dövizde bloke kalmasına neden oluyor.
Petrol ve doğalgazda neredeyse tamamen dışa bağımlısınız. Üretimde, nakliyede, ısınmada kullanılan tüm sarfiyatın fiyatları arttıkça, bu her alanda maliyetleri yukarı çekip, enflasyon yaratıyor. Getirdiğiniz dövizi iç piyasada döviz olarak satmak için değil, TL'ye çevirip kullanmak için getiriyorsunuz, ama sonra bunların vadesi gelince geri ödemek için yeniden dışarıya döviz veriyorsunuz. Eğer daha fazla yeni döviz girdileri sağladıysanız sorun yok, onunla kapatıyorsunuz. Yeni giriş yoksa, ya da çıkandan daha azsa, bu takdirde elinizdeki TL ile, ki bazen TL de olmadığı için para basıp yaratmak zorunda kaldığınız TL ile piyasadan döviz almaya kalkıyorsunuz. TL basmanız da, piyasadan döviz almaya kalmanızda döviz kurlarının yükselmesine neden oluyor.
Pandemi başından beri, yapılan tutarsızlıklar yüzünden zaten çok ciddi bir yabancı fon çıkışları var. Hatta hatta, hain darbe eylemi ile, çok daha önceki yıllar bu çıkışlar başlamıştı. Sadece yabancılar da değil, kendi iş adamlarımız, gençlerimiz bile yurt dışına gitmeye başladılar. Ülkenin sorunlarının tekrar tekrar karşılarına çıkmasının kısır döngülerinden kurtulmak istiyorlar. İşte tüm bu çıkışlar, aynı zamanda çok ihtiyaç duyduğumuz çok önemli bir sermayenin de dışarıya çıkmasına neden oldu.
ABD ile yaşanan Halkbank konusunun riskleri, Zarrab davası, S-400-F35, Doğu Akdeniz, Libya, Suriye dahil benzer çok sayıda sorunumuz nedeniyle zaten yabancı fon girişleri çok sınırlı kalan bir süreç yaşıyorduk. İşte böyle bir süreçte, TCMB politika değişiklikleri kurları kaçınılmaz şekilde yukarı çeker diye uyarıyorduk. Nitekim de böyle oldu.
Peki o zaman enflasyon yüksek iken, kurları yükseltmeden faizleri nasıl düşürmeyi planlıyoruz? Eğer dışarıdan yüksek bir kaynak girişi olacaksa, o zaman onunla dövizi yine baskılar, bir süre sonra da yükselmediği görülünce düşmesini de sağlayabiliriz. Ama mevcut ihale sistemi, mevcut üretim yapısı, mevcut kamu harcama politikası, kaynakların inşata verilmesi önceliği, dövize endeksli borçlar dahil, yaklaşık 560 Milyar Dolar'lık dövize endeksli iç-dış borç toplamı, yüksek teknoloji ve katma değerli üretim ve ihracat payının(%3.1) azlığı ile bunu yapmak mümkün mü?
Evet, bu yapı değişsin, her yerde üretim başlarsa üretimdeki rekabet de fiyatları aşağıya çeker ve enflasyonu düşürür diyorsak, ki doğrudur. Enflasyon sadece üretim ve doğru maliye politikaları ile kalıcı düşer. Diğer düşüş yolları sadece geçici kalır. Böyle bir üretim reformu için de ihtiyaç duyulacak kaynakların düşük faizle üretici, sanayiciye verilmesi gerekir. Bunu yaparken de, kısmen örneklemesini yaptığım döviz ve enflasyon arttırıcı etkileri yüzünden, çıkıp halka, en az 3-5 sene böyle bir kalkınma modeline geçiyoruz, bu süreçte bizim artık enflasyon ve kur seviyesi gibi bir kriterimiz, hedefimiz olmayacak. Yüksek enflasyona üretim artışını başlatacağımız döneme kadar katlanmak zorunda kalacağız demek lazım. Ama bunu yaptıktan sonra da, yıllardır dövizle borçlanmış olan şirketlerini, sendikasyon yükü olan bankalarını döviz borçları için gerekirse dövizi belli bir seviyede vererek desteklemen lazım. Yoksa döviz ödemelerini yapamayacak hale gelmeleri halinde, bu aynı 1994, 2001'deki gibi yeni bir kriz, iflaslar, kaos ve batışlar demek olur. İşte bu noktada, merkez bankası rezervlerinin satışı kafa karıştırıyor! Yani bazı şirketler bu program kapsamında önceden desteklenmiş olabilirler mi diye düşünüyor insan.
Neyse, o konu çok toz kaldırır. Çok kapsamlı incelemek gerekir. Kısacası böyle bir yapısal-finansal politika değişimi yapılabilir ve doğru da olur. Bunun yapılması gerektiği yönündeki uyarılarımı eski strateji yazılarımda 2010-2011 gibi bulabilirsiniz. Ama cari açık sorununuz olmaması, artık hep fazla vermeye başlamanız ve böylece de, girecek-çıkacak dövizinizde birikim fazlası yaratacak artışlar olması lazım. O zaman kamu olarak dahi, her alanda bir harcama tasarrufunu da aynı anda başlatmanız gerekir. Tabii dediğim gibi halkınızı da çok önceden uyarmanız lazım. Bunları yapınca kur, enflasyon artacak. Ama bir süre buna katlanacağız, sonra da tümden kurtulacağız diye. Fakat bizde ne yapıldı? Dolar 3 TL iken, çok daha yukarı gidecek diyenlere tv.lerde hakaretler edildi. 4-5-6-7 TL'ye çıktığında elinde döviz tutanlar yanacak, yastık altındaki dövizlerinizi satın denildi. İyi de madem böyle bir politika değişimi yapacaksanız, neden halkınızı ters yola yönelttiniz ki?
Neyse bunları da geçelim. Tamam eğer, enerji, gıda, sanayi, yüksek teknoloji, katma değerli üretim falan tüm bunları arttırmak, ihracat patlamasını daha da yukarı çekip, cari fazla veren bir ülke olmak için bunlar yapılıyorsa kabul. Biz bu acı şerbeti içelim. Ama bunun için katlanılan kayıplar sonrasında, ya yine bu amaç gerçekleşmezse ne olacak? Yıllardır kaç tane orta vadeli program, yeni ekonomi programı vs. adlarla reform paketleri açtık. Sonu ne? Hangisindeki hedefler tuttu? Ama tutmayan bu programların karşılığında ilk on sene döviz kurları düştüğü için zengileştiğini düşünen ülke ve insanlarımız, şu an kurların ve faizlerin geldiği yerler yüzünden çok ciddi fakirleşmiş oldu.
Çıkın yurt dışına da bakın, insanlar bir arabayı kaç aylık gelirleri ile alıyorlar? Evlerini alırken ödemek zorunda kaldıkları para, faiz ve faiz süreleri ne? Dışarıya çıkınca bir su içmeye kalkın, 5 euro desinler bakalım o suyun karşılığının 55-60 TL'ye geldiğini görünce, boğazınızdan akabilecek mi? Ailenizle yemek yeyin, makul bir yemekte bile 50-100 Euro dedikleri zaman, bunun 600-1100 TL ye denk geldiğini, günde üç öğünden bir gündeki harcamanızı bir görün bakalım dış dünyaya göre ne kadar fakirleşmişiz. Bunun tersi, ülkeye gelecek yabancının ya da döviz cinsi gelire sahip olanların, ülkemizin kaynaklarını nasıl ucuza kullanacaklarını görün.
Çin de parasının değerini düşürerek, ihrcat avantajı elde etmek istiyor. Ama Çin'de iphone üretiminin % 95'i yapılıyor. Sizde bu durum var mı? Çin parasının değerini düşürdüğünde vadesi gelen döviz ödemeleri için rezervlerinde 4 Trilyon Dolar-Euro fazlalığa sahip biz de bu durum mevcut mu? Yoksa tabi ki bizde hiç aldırmadan düşürelim TL'nin değerini, patlatalım üretimi ve ihracatı. Ama biz inandırıcı olmayan siyaset, politikalar, kavgalar, reform paketleri, hukuksal sorunlar, eğitimde problemler, maliyede sorunlar sürerken, üretim diye fonladığımız şirket-sanayici bile gidip parasını dövize yatırıyor. Kendi elimizle bindiğimiz dalı kesiyoruz.
Şimdi bu kur artışının sonrasında enflasyon etkilerini göreceğiz. Üretim artışı olmadan, kurlar düşmeden enflasyon düştü denecek olursa, o zaman zaten şüphe duyulan enflasyon verilerine olan güven de iyice yok olur.
O kadar birbirinden kopuk ve koordinesiz hareket ediyoruz ki, mesela Gri Liste konusunda uyarımdan iki gün sonra sanırım listeye girdiğimiz açıklandı. İyi de bu risk ve bunun olası etkileri devlet kurumlarında konuşulmuyor mu hiç? Şimdi bu ortamda zaten yeni bir sermaye çıkışı riski varken, döviz girişlerini nasıl sağlayacak ve kur artışını nasıl durduracaksınız?
Gri Liste konusu bile medya haberlerinde konu edilmiyor. Bakan, en kısa zamanda bu hakkımız olmayan listeden ülkemizi çıkartma hedefindeyiz demiş. İyi de bizimle kıyaslanmayacak ülkelerle aynı listeye ülkeyi sokmanın suçlusu kim diye hiç mi sorgulamayağız? Ülkemize bunu layık mı görüyoruz. Ayrıca, hiç medya haberi yapmamakla, karşılaştığımız sorundan kurtulamıyoruz ki. İşin boyutu ne, olası yaptırımlar neler olabilir, buna karşılık ne gibi tedbirler almalıyız nasıl bileceğiz. Açık açık bu konuları tartışmamız, listeden ne kadar süre içinde çıkamazsak, ne gibi yaptırım riskleri ile karşılaşacağımızı bilmemiz, bankalarımızın olası risklerini planlamamız gerekmez mi? Bunları ne kadar yapıyoruz. Olayı bile son anda öğrendik.
BIST'i Ayrı Düşünün!
Tüm bu yazılarımı, yaşananların devlete ve bizlere yarattığı fatura ve yükleri görmeniz açısından yazıyorum. BIST ve BIST şirketleri ise bu süreçte çok farklı gelişmeler gösterirler. Tekrar ediyorum, 1990 Körfez krizi, 1994 Çiller döneminde Ocak-şubat'ta yaşanan not indirimi neticesinde kurlarda üç katı artış ve borsalardaki taban taban satışları, 1998 Rusya'nın moratoryum ilanı ile bölge ülkelerinde yaşanan borsa kayıplarını, 2001 bankacılık iflaslarında yaşanan kriz ve sonrasını bire bir borsada yaşayan biriyim. 2009 mortgage krizini hepiniz bildiğiniz için yazmıyorum bile.
İşte tüm bu krizlerde, borsa ve borsa şirketleri bir süre baskı altında kalıyorlar. Kurların ve gidişatın ne olacağını görmeye çalışıyorlar. Sonuçta hiç bir krizde döviz sonsuz yükselmiyor. Nihayetinde bir yerde duruyor. Sonrasında ise birkaç yıl aşağı yönlü bir ivme yaşıyor. Bu süreçte çok yoğun yerli yabancı fon girişleri başlıyor. O süreçte borsa şirketlerinin yeniden kurulmaya kalksa kurulum maliyetleri şu kadar milyon-milyar Dolar olur, bunun da karşılığı şu kadar piyasa değerine ve şu borsa fiyatına denk gelir raporları çıkmaya başlıyor. İşte o zaman şu an dirençlerini 5 kademe, on kademe üstte gördüğünüz şirketler % 300, % 500, % 1000 ve çok daha üstte fiyat artışları yaşıyorlar.
Kısacası borsa yaşanan kur ve faiz kayıplarını sonrasında çok daha fazlası ile geri kazanıyor. Sorun bu sürecin ne zaman başlayacağında, kurun nerede duracağında, fon girişlerinin ne zaman başlayacağında yatıyor. Bunu belirleyen de, ülke yönetimizin alacağı doğru-yanlış kararlar oluyor. İşte buna cevap veremiyorum. Lakin bu kayıpların sonrasında fazlası ile geri kazanılacağı konusunda şüphem yok. Ama sürenin uzamasına neden olan da ben olmadığım için, bu konuda yapabileceğim bir şey de yok.
Ben size alınan kararların genel devlet, ekonomi, maliye, olası yeni vergi gibi yansımalarını yazıyorum. Bu kadar serzenişt yapmamın sebebi hala ülke olarak bir türlü kendimizi üst lige nasıl çıkartamadığmızdan hayıflanarak yazıyorum. Dünyanın en yüksek enflasyon, CDS primi, kur artışı yaşayan ülkelerinden olmanın nasıl oluyor da bizi rahatsız etmemesini yazıyorum. Bunu başarı olarak anlatmanın ne kadar gerçekçi olduğunu görmeniz için bu kadar uzun, detaylı, okumaya bile bir süre sonra sıkılacağınız yazılar yazıyorum.
Ama borsa için korkum yok. Yeter ki, bu yaşananlar yüzünden batmayacak, çok büyük borç yüküne girdiği için çok uzun süre düşük kalmayacak şirket hisselerinde olun. İşte o yüzden de bilançoları ön planda tutan öngörülerde ısrarlı oluyorum.
Şimdi de böyle bir süreç yaşıyoruz. Borsa yükselse, kurların yarattığı yarayı unutup, çok başarılı bir dönem yaşadığımızı sanmayın lütfen. Devlet olarak kur arttıkça, hani ilk ona gireceğiz dediğimiz, 17-16 ya kadar çıktığımız GSYH ülke sıralaması varya, orada belki 21-23-25'lere doğru bile düştüğümüzü göreceksiniz. O zaman da bunu bir çelişki olarak yaşamayın diye anlatıyorum. Borsa artar ama çok farklı nedenlerle de bu olabilir anlattığım gibi.
Bu günlerde bu kadar uzun ve detaylı yazıyorum ki, yaşananlar sizleri paniğe sokabilir. Olası yansımaların çok farklı şekilde gelişebileceğini görün, finansal okur yazarlık katkısı yüksek olsun diye çalışıyorum. Umarım sizleri yazılara boğmuyorum. Maalesef bunların oalsı yansımalarını, nedenlerini görmüş olan ve bilen biri olarak, iki kelime ile yazılarımı tamamlayamıyorum. Ama önümüzdeki hafta birkaç gün çok kısa yazılarla geçiştirmek istiyorum. Sizin okumaktan yorulacağınız yazıları yazmak beni bile yoruyor çünkü.
Bunlardan korkmayın, paniklemeyin, borsa bunları telafi edecektir. Ama maalesef süresini Gri Liste misali arka arkaya gelen yeni gelişmeler nedeniyle bilemiyoruz.
Hepinize sağlık ve bol kazanç diliyorum.
Saygılarımla
Aydın Eroğlu
Stratejist
Finans Yazarı
www.borsaanalizci.com
Twitter: @aydineroglu_