Tabii ki, bu sözümü gelmesi beklenen olası mevsim sıcakları için söylemedim! Bol yağışlı bir kış ve ilkbahar geçirdik. Yaz güneşli ve sıcak olsun kemiklerimiz ısınsın :)
Benim dikkat çekmek istediğim siyasi ve ekonomik olarak önümüzdeki süreçte yaşayacaklarımız ile ilgili. 2013 yılından beri devamlı bir şekilde yaşanan seçimlerden artık halk olarak da, şirketler olarak da, ekonomi olarak da iyice yorulmuş durumdayız. Tam da, ''Oh nihayet bu yerel seçimler bitince 4,5 yıl seçimsiz huzurlu ve daha sakin bir dönem geliyor'' diyorduk. Ama erken konuşmakla hata yapmışız demek.
Görünen o ki, bize sanırım uzunca bir süre daha huzur yok! Çünkü demokratik bir seçimi dahi yapmayı başaramadık. Demokrasilerde seçimlerden biri kazanır diğerleri de kaybeder. Kaybetmeyi bilmek de çok önemlidir. Maalesef bunu bile başaramadık. Bir ay oldu, hala İstanbul seçimlerinin sonucu netleşmedi. Hal böyle olunca da, İstanbul gibi bir şehir için yaşanan seçim belirsizliği riski ekonomi üzerinde de baskı yapmaya devam ediyor.
Zaten önümüzde yeterince risk ve çözüm bekleyen sorunlar vardı. ABD ile Suriye, S-400, F-35, Zarrab, Halkbank ve şimdi de İran ambargosu gibi sorunlar içindeyiz. AB ile ilişkiler durma noktasına gelmiş durumda. Ekonomide büyüme, enflasyon, faiz, kurlar, zamlar, üretim, işsizlik, cari açık, doğrudan yatırım, katma değerli ve teknoloji üretimi, finans sektörü sıkıntıları gibi yıllardır çözeceğiz dediğimiz sorunlar daha da artmış ve derinleşmiş şekilde duruyor.
Turizm artması ve cari açığın düşmesi dışında neredeyse tüm konularda ciddi kriz riskleri var. Ama bunlar yetmiyor gibi, şehit cenazesinde ana muhalefet lideri için linç girişimi yaşanan bir ülkeye dönüştük. Böyle bir olayda bile siyasiler geçmiş olsun demeyi zul görüyorlar. Bu tablonun yurt dışından görünüşü sizce nasıldır?
Bakın, beni bilirsiniz. Ya da en azından neredeyse on yılı bulan sitemizdeki yazılarımdan tanıdığınız gibi, ben pozitif tarafı göstermeyi daha çok seven biriyim. Kriz ve karamsarlık sözlerini değil de, umut ve çözüm yönlerini yazmayı severim. Lakin son dönem siyasi bir tıkanmaya doğru gittiğimizi, bu nedenle de ciddi jeopolitik, ekonomik ve finansal kriz riski ile karşı karşıya olduğumuz konusunda uyarılar yazmaya başladığımı fark ediyorsunuzdur.
Çünkü sorunlarımızı çözmeden yenilerini ekleyecek politikalar izlemeye başladık. Geçen yılın başlarında sıkışan ekonomi ve FED'in faiz artışlarının gereğini görmeyip, kısmi bir faiz artışı ile başlayacak bir kur ve faiz dalgasını kontrol altına alabilecek iken, ısrarla faizleri baskıladığımız için, sonrasında 1.125 baz puanlık sert faiz artışları yapmak zorunda kaldık. Ama bakın bu gecikme nedeni ile ekonomide yaşanan hasarı halen kontrol altına alamadık. Kur, faiz, enflasyon, daralma, işsizlik çok ciddi şekilde sorun olmaya ve büyümeye devam ediyor.
Ülke olarak bu ortamdan huzur, kavgacı olmayan söylemler ve toplumsal uzlaşma ile çıkabiliriz. Şu an ise her alanda çok ciddi güven kaybı yaşanıyor. Böyle bir ortamda iktidara sahip olanlar ve karar vericilerin doğruyu söylemeleri çok daha önemlidir. Lakin biz ne yapıyoruz; geçen yıl yine yanlış politika ve açıklamalar ile 3.80'lerden hareketlenen dolar kuruna karşılık, dolar alan yanar, dövizdeki oyunları bozduk, dövizle oynayanlar büyük zarardalar, döviz taşımayın dedik. Peki doğru çıktı mı bu dediklerimiz? Bu sözlerden sonra ne oldu? 3.80'lerden hareketlenip 7.00'leri gören Dolar, düşmüş haliyle bile şu an 5.95 ise 2018'deki 3.80'lerin ciddi derecede üstünde seyrediyor gelmiş demektir.
Vergide dolaylı vergileri düşüreceğiz, dolaysız ve adil vergi düzeni getireceğiz dedik. Lakin KDV vd ÖTV başta dolaylı vergilerin oranı % 65'leri buldu. Dolaysız vergiler sadece % 35 düzeyinde bulunuyor.
Yıllardır filanca kere OVP(orta vadeli program) açıkladık. Her birinde sorunları teşhis edip, tedavi programları ilan ettik. Ama gelin görün ki bu yıl baktık ki, OVP adı ile bu sorunlar hala çözülmemiş, YEP(Yeni ekonomi programı) ile belki çözeriz diye ismi başka ama sorunlar aynı olan yeni bir program daha açıkladık.
Şubat Ocak'tan, Mart Şubat'tan, Nisan Mart'tan iyi olacak dedik. Lakin gelin görün ki açıklanan veriler öyle demiyor. Çünkü daralan ekonomi nedeniyle vergi gelirlerinin azalacağı gerçeğini görmeden, dolaylı vergiler ve enflasyon düşecek dedikten hemen sonra, alkole, tütüne zamlar yaptık. Dışarıda 40-50 Bin TL karşılığı alınan taşıtların aynısını ötv ve kdv nedeniyle 100-150 Bin TL'ye, daha üst marka model araçları ise milyon TL'ye almak zorunda kalınca, vergi üreten en önemli sektörlerimizi bile krize soktuk.
Yıllarca gıda ve yüksek teknoloji başta, üretim yetersizliğinden bahsediyoruz. Ama gelin görün ki, bu tespitleri yıllar evvelinde yapmış olmamıza rağmen, dünyada gıda fiyatlarının düştüğü trende rağmen biz gıda enflasyonu yaşıyoruz. Yüksek teknoloji üretiminde ise ancak % 3.5 düzeylerindeyiz.
İşsizlik açıklanan verileri dikkate alırsak, % 15'ler düzeyinde. Genç işsizlik ise % 27'ye yaklaşmış durumda. İlkokul çocuğumuz bile 23 Nisan mesajı olarak Alman vatandaşlığını kendi hedefi olarak söyler duruma gelmiş. Ülkedeki siyasi ve ekonomik gidişten endişe duyan yetişmiş eğitimli beyinlerimiz yurt dışına çıkmayı çare görmeye başladılar.
Son üç yılda 13-14 Bin Milyoner(2018 başında 12 Bin olarak açıklanmıştı) yurt dışına yerleşmeyi tercih etmiş. Yani sadece beyin değil, çok ciddi sermaye göçü de yaşanıyor. Büyük holdinlerimizde bile benzer kararların uygulandığını görüyoruz.
Devletin cebinden kuruş çıkmadan yapıldığını iddia ettiğimiz köprü ve otoyollar gibi yatırımların kullanım bedelleri en gelişmiş ülkelerdeki rakamlardan bile daha pahalı durumda. Ama buna rağmen, kullanım garantileri altında kalınca bu yatırımları yapan firmalara devlet olarak fark bedellerini ödemeye başladık. Yani devletin cebinden kuruş çıkmadığı sözleri de gerçeği yansıtmıyor oldu.
Yurt dışından birileri geliyor bizim bankalarımıza finansmanını yaptırarak en önemli yatırımlarımızdan biri olan telekom'u alıyor. Sonra bedeli kadar temettüyü yıllar içinde dışarı transfer ediyor tık diyen yok. Sonra ödemeleri de yapmadığı için, ihale bankalarımıza kalıyor. Bankalarımız ve bürokratlar dahil kimse yahu bizim paramızı ödemiyor bu yabancı şirket ne oluyor diye sesini çıkartmıyor anlamak mümkün değil. İlk satın almada parayı bizim bankalarımız verdiğine göre, sonrasında bu bedel kadar temettü yıllar içinde yurt dışına transfer edildiyse bu bir satın almamı yoksa soygun mu diye kimse mi sormuyor? Yani şu ana kadar sormadı diye görüyorum. Bu çapta bir şaibeli durumda, yükselen sesler ayyuka çıkmıyorsa, sessiz sedasız yapılan bir takip varsa, onu da bilmediğimizden ve yeterli görmediğimden bu sözleri sarf ediyorum.
Ülkede yanlış giden şeyleri yazacak, söyleyecek, halka duyuracak olan medyamızın hali içler acısı. Muhalefete argo hitapları yapan programcılar var ama ne mahkemeler, ne de RTÜK çok ayıp bu yaptığın demiyor. Doğru habercilik yasalarla düzenlenmiş bir kural olmasına rağmen, 25 yıldır aynı kişi, görüş ve partilerin yönettiği İstanbul ve Ankara gibi şehirlerimiz seçimde el değiştirince, medya yeni gelenler için belediyeyi borç batağına soktular diye haber yaparak, 25 yılın borcunu bir aylık yeni yöneticilere yıkan haberler yapabiliyor. Yalan haberi sorgulayan, ceza veren yok.
Uzun süre ekonomi bakanı olan Babacan döneminde, iç borçlanmada sınırlamalar getirilmiş ve kredi büyümelerine set çekilmeye çalışılmıştı. Sözüm ona bu şekilde dünyanın girmekte olduğu FED faiz artışı kaynaklı risklerden finansal bir darbe yemeyelim diye korunmak hedeflenmişti. Şirketlerin, kişilerin ve bankaların TL cinsi kredi büyümelerine sınır getirilmişti. Aslında mantık doğru idi. Ama eksik yapıldı. Çünkü şirketlerin dış piyasaya tahvil ihraçlarında da benzer düzenlemeler gerekiyordu. Bu yapılmayınca şirketlerin dış piyasalara tahvil ihracı ile borçlanması aynı şekilde sürdü. Hatta daha da hızlı büyüdü. Bu durum özel sektörün döviz riskinin şu an yaşadığımız şekilde artmasının da önemli bir nedeni oldu.
Bu kadar çok ekonomik ve finansal sorun ile boğuşuyoruz, ama ekonomi bakanımızın açıklamalarına bakınca, sanki bu sorunlar bizde değil de başka bir ülkede gibi anlıyoruz. Milli gelirde ve kişi başı satın alma gücümüzde 2002 sonrası yaşanan yükselişler yaklaşık üç yıldır terse dönmüş durumda.
İşte gördüyorsunuz ki, bir kısmına dikkat çekmek bile yeterince uzun bir yazı gerektiriyor. Yazı uzayınca da, eminim bu yazdıklarımın tamamını okuyan sayısı çok nadir oluyor. Ama tüm bunlar iki satırla da izah edilemediği için maalesef uzun yazmak zorunda kalıyorum.
Neyse, şimdi yazı başlığına geleyim!
Yukarıda aylardır dikkat çektiğimiz ve çözmemiz gereken zaten bir çok riskimiz var. Tüm bu risklerin her biri başlı başına önem taşıyorken, bunlara ilaveleri yaratmamak lazım. Ama gördüğünüz gibi, seçimlerden sonra yaşanan belirsizliğin bu çapta uzaması ekonomi ve dış siyasete odaklanmamızı da geciktiriyor. Dış ilişkilerde yaşanan krizleri kullanarak halkı milli duygularla yönlendirmek mümkün ama, ekonomideki krizden çıkamazsak, olası bir finansal ve ekonomik kriz dalgasını daha kaldıracağımızı düşünmüyorum. Eğer ülke olarak ekonomide iyileşmeye başlayamazsak, ekonomideki tablonun yarattığı ortamı kullanmak isteyen yeni oluşumlar ortaya çıkar.
Yani yeni parti kuruluşlarına şahit olabiliriz. Muhtemelen sizler de sosyal medya haberlerinde takip ediyorsunuzdur. İktidar içinde muhalefet sesleri gelmeye başladı. Bunlar şimdilik iktidar içinde eleştirel muhalefet olarak gelir ama daha sonra parti yönetiminin olası ihraç vb yaptırımları nedeniyle, mecbur kalınarak yeni parti oluşumu sürecine girildi şekline bürünebilir. Eğer böyle bir durum olursa, yani Ak Parti için zamanında bakanlık, başbakanlık, cumhurbaşkanlığı yapmış kişiler, parti içinde yüksek sesle muhalefete başlarlarsa, partinin dışa verdiği bütünlük görüntüsü bozulur. Üstüne bir de yeni parti kurduk derler ve özellikle hukuk, tek kişi iktidarı, demokrasi ve ekonomik kriz söylemleri ile bunu yaparlarsa, iktidar için sıkıntılı bir dönem başlamış olur. Olası yeni bir parti kurulması halinde iktidardan milletvekili geçişleri görebiliriz. Bu senaryo yaşanır ama katılım yapan milletvekili sayısı çok sınırlı olursa, riski daha düşük ve geçici olur. Ama milletvekili sayısı meclis çoğunluğunu kaybettirecek şekilde olursa, o zaman ülke olarak 4,5 yıllık sakin ve seçimsiz geçmesi beklenen süreç hayal olur. Bir anda yeni seçim gündemleri içine düşebiliriz.
Eğer öncesinde ABD ile mevcut kriz yaratan sorunlarımızı aşamadıysak, o zaman ABD bu ortamı bizi sıkıştımak için kullanmayı tercih eder ve ekonomimizi hedefleyen bir takım yaptırım kararlarını devreye sokabilir. Ki, Trump zaten buna işaret eden açıklamalar yapmıştı. Tüm bu riskler arka arkaya gelmeye başlarsa, ne siyasette ne de ekonomide huzur kalmaz.
Bu durumun panzehiri nedir?
En kısa zamanda yasama, yürütme ve yargıda güçler ayrılığı ilkesinin işlerlik kazanması, hukukun üstünlüğü ve bağımsızlığına olan inancın arttırılması sağlanmalıdır. Gerilim ve kavga politikalarından vaz geçerek, içeride ülkeyi taraflaştıran değil de birleştiren politika ve söylemlere dönülmesi, ekonomiye odaklanarak yıllardır süren sorunların kalıcı şekilde çözüm kararlarının hayata geçirilmesi bizi olası krizlerden korur. En azından etkilerini azaltır.
Eğer ekonomide güven duyulacak, liyakat sahibi kadrolarla yeni kabine revizyonları yapmazsak, devlet olarak üretim yaratmayan harcamalardan kaçınmaz, aynı şekilde üretime dönüşmeyen harcamalara devam edersek, üstüne hele bir de seçimleri yenilemeye kalkar ve ülkeye yeni bir seçim süreci daha yaşatacak olursak, işte o zaman piyasaların tüm dengeleri olumsuza dönmeye başlar. Bu ortamı da içeride dışarıda herkes kullanır. Yeni siyasi kavgalar, yeni gerilimler bu nedenle yaşanacak yeni kur ve faiz ataklarına şahit oluruz. O zaman da mevsim etkisinin üzerinde sıcak ama çok sıcak bir yaz yaşamak zorunda kalırız.
Kimse sakın yanlış yerlere çekmesin, Türkiye olarak F-35 ve S-400 konusunda, Suriye'de terör örgütü PKK ile yapılmak istenen yeni oluşum çabalarında biz %100 haklıyız. Bu çizgimizden sonuna kadar da caymadan devam etmeliyiz. Ama bunu yaparken, içeride kısır siyaset kavgalarından çıkmalı, demokrasiyi güçlendirmeli ve ekonomiye odaklanmalıyız.
İktidarlar herşeye kılıf bulabilirler ama ekonomik krizler derinleştiğinde halk acıyı direk hissetmeye başlar. Bunun sonucu da iktidarların değişimi olur. Büyük şehirlerin seçimde el değiştirmesi bu durumun ilk sinyalidir.
DTH'ların çok yüksek olması ve devamlı artması ülke olarak sıkıntıdır. Ama işler yoluna girmeye başladığı zaman, ortam ya da son dönemin siyasi söylemi ile demir soğumaya başladığı zaman DTH'larda çözülme başlar. Bu bile ekonominin canlanması için başlı başına bir kaynaktır. Son üç ayda sadece bankalar üzerinden hane halkınca alınan DTH 30 Milyar, toplamda ulaşılan DTH seviyesi 180 Milyar Dolar'dır. Bu tutar artmaya devam ederse sorun, çözülmeye başlarsa kaynak yaratır!
BİST Ne Olur?
Görüyorsunuz çok farklı gündemlerin çok ciddi baskısı altındayız. Doğrular yapılırsa, göreceli olarak çok düşük kalmış borsamızda rallilerle kayıpların telafisi çok kolay olur. Ama yanlışlar yapılmaya devam edilirse, yanlış siyasi hırsların esiri olmaya devam edersek göreceli ucuz dahi olsa, yeniden artacak kur ve faizler, daha da daralacak ekonomi şirketleri de borsayı da yeni kayıplara sürükler. Siyasi ve ekonomik kriz riski yabancı fonların girmesini engeller, içeridekilerin satışlarını arttırır. Böyle bir durumda yabancı payından birkaç puanlık satışın karşılığı ciddi borsa düşüşleri olur.
Kısacası borsa için bir şey söylenecekse, bunu iktidar kararları ve tutumu ile söyleyecek. Ne gördüğümüz teknikler, ne de bilançolar değil.
Saygılarımla
Aydın Eroğlu
Stratejist
Finans Yazarı
www.borsaanalizci.com
Twitter: @_Stratejist_