Tüm yazılarımda batının iki yüzlülüğünü, Türkiye'yi nasıl kullandığını, işine gelmeyince nasıl sırt çevirdiğini, ülkemizin sınırlarını da etkileyecek şekilde civarımızda bir Kürt devleti kurma niyetlerinin çok net olduğunu yıllardır yazan biriyim. Ki, Ukrayna'daki savaş ve işgali eleştirirken, Libya'da, Irak ve Suriye'de yapılanların da farklı olmadığını, ama oradakiler Müslüman olunca batının sesinin çıkmadığını çok kez yazdım.
İktidar batıya karşı tutumunda haklı ama, ilk geldiği yıllarda orduyu tarumar ederken, devleti fetöcülerin harman alanı yaparken, sınırlarımızdaki ülkelerde Arap Baharı adı altında iktidarlar yıkılır, ülkeler parçalanırken, aynı batı ile ortak hareket ettiğimizi unutmayın. BOB projesinin eş başkanı olduğumuz BOB ABD'nin bir porjesiydi. O zaman da bu kadar batı yanlısı davranmayı eleştiriyordum. Topraklarımızda yaşanan PKK yapılanmalarına dikkat çekiyordum. Güneydoğu şehirlerimizde terör örgütününün 100 kişiden az intigallerine askerin müdahale etmek için vali, kaymakamın iznini aramasının büyük bir hata olduğunu yazıyordum. Sonrası ne oldu? Kurtarılmış şehirlere dönüştürülen ülkemizin bir çok şehrinde hakimiyeti geri alabilmek için, şehir çatışmaları yaşandı.
Bu işin sağı-solu yok. İnsanlığı, hakkı, hukuku, demokrasisi, insan hakları, herkesin inancına saygı duymak var. Ben de sülale boyu bir sağ seçmen ailesinin bir ferdiyim. Ama bu ülke en benim hatırladığım yıllar boyunca sağ partilerin yönetiminde kaldı. Son 20 yıldır da tek bir parti tarafından istediği her şeyi yapma gücü ile yönetiliyor.
Ülkede barış süreci görüşmelerini yapmadığını söyleyip, Oslo'da görüşme yapıldığını kabul eden de bu iktidardı, sonra YSK'ya göre seçime katılma izni verip, daha sonra seçilenleri hapse atarak, şehirlere kayyum atanması da aynı iktidar döneminde oldu. Son 20 yıl içinde sosyal demokratlar bırakın iktidarda olmayı, mecliste hiç bir şeye muhalefet yapma gücüne bile sahip değillerdi.
Yaşanan bu ekonomik krizleri, devletin ordusunun en başındaki insanları terör örgütünün ikinci adamının gizli tanık ifadeleri ile yıllarca hapse atıldığında göemezden gelenleri, muhalefette iken özelleştirmelere karşı olup, iktidar olunca herşeyin yabancıya satılmasına neden olanları görmezsek, devletteki israfı, ihale sistemindeki yanlışları, ülkenin her yerini kaynağı bizde olmayan doğalgaza bağlama hatasını, ihaleleri dolarla yaparak ülkeyi çok büyük bir borç yüküne sokmayı, eğitimdeki sıralamanın yerlerde süründüğü bu süreci görmemek, sağ-sol ile ilgili bir durum değildir. Sağın en büyük ülkelerinde yaşanan vahşi kapitalizmin dünyayı getirdiği ortam ortada. Bence artık şapkamızı önümüze koyup, sağ-sol, ve inanç ayrıştırmalarını bir kenara bırakıp, insan olmanın gereklerine, ahlaka göre nasıl yaşamamız gerekiyorsa, nasıl yönetilmemiz gerekiyorsa, onun yolunu aramalıyız. Ama 84 Milyon'luk bir ülkede ülkeyi hakkı ile yönetebilecek sadece bir kişi olduğunu düşünmek de, ne kadar doğru olur bunları da düşünmemiz gerekir. En iyi politikacıların bile görevde kalma süreleri sınırlı olmalı. Günü gelince yerlerini bu sınırlar çerçevesinde yenilere bırakmayı bilmeliler. Gerekirse yeni gelenlere danışmanlık yaparak ülkeye hizmet edilebileceğini anlamalılar.
Aynı şekilde tüm odalar, birlikler dernekler hepsinin başındakiler için seçilme süreleri sınırlı olup, uygulamada buna uyulmalı. Yoksa çok fazla bir koltukta oturan kişiler, bir süre sonra o makamı sadece kendilerine ait gibi görüyorlar. Sadece kendileri doğruları biliyor diye düşünüp, ülke nüfusunun kalanlarının hiç birisini liyakata sahibi görmüyorlar.
Aynı şekilde siyasi partilerde de değişimlerin olması gerekiyor. Defalarca seçime girmelerine rağmen seçilemeyenler, siyasi partiler yasasının yanlışları yüzünden sandıktan çıkamasalar bile, kurultaylarında tulum çıkabiliyorlar. Bir ülkenin kaderini belirleyecek bir partinin liderini 1200-1300 delegenin oyu ile seçilen bir kişi belirliyor. Bu kişi kendisini seçmeyecek delegeleri çıkartıp, kendi adamlarını delege yaptığı için de, seçim başarısızlıklarına rağmen, partilerinin başından bir türlü gitmiyorlar. Anlayacağınız demokrasi sadece iktidar için değil, muhalefet, sivil toplum kurumları, sendikalar, üniversite yönetimleri için de aynı şekilde gerekli. Ön seçim gibi aday adaylarının içinde sona kalan kişi partisinin adayı olarak seçime girmeli. Sayısı belli delegeler değil, sayısı ve kimlerin gelip oy kullanacağı belli olmayan parti üyeleri, partilerin belediye ve parti genel başkanı, cumhurbaşkanı adayını seçmeli. Yoksa liderin iki dudağından çıkacak kişileri millet vekili, belediye başkanı, cumhurbaşkanı yaparak buna da demokrasi dersek kendimizi kandırmaktan öteye gidemeyiz.
Yoksa durum ortada işte. Dünya 20 yıldır faizsiz para bolluğu, pandemi öncesine kadar gıda ve enerjide düşen fiyatları yaşarken biz bir adım yol alamadık. Hala faiz, hala enflasyon sorunu yaşıyoruz. Bunları başka hiç bir nedene bağlamak gerçekçi değildir.
Ayıca benim NATO'daki varlığımızı bile sorgulamalıyız görüşümü de unutmayın. Lakin Türkçe'ye, Kurumların isimlerinin önündeki TC'ye bile karşı olanları da unutmam. Suriye ve akdenizde direttiğimiz bu günlere gelmeden yaptığımız hataları yapmasak, belki bu günlere bile gelmezdik. Suriye bütün ve Esad ile ortak bakanlar kurulu toplarken, birden bire ters düşüp de, Suriye'nin parçalanmasına göz yuman muhalefet miydi ki? Şu an bakın bakalım eski Suriye mi, yoksa son hali mi bizim için daha riski hale geldi? Aynı soruyu Irak için de düşünün lütfen. Keşke gidişi en başında batılıların niyetlerini görseydik de bu günlere gelinmeseydi. O zaman da bunları yazdığımı siteden görebilirsiniz. Yani Rıza Zarraf'a ülkeye hayırlı kişi diye bakan eliyle plaket veren, sonra da tutuklandığında serbest kalması için her şeyi yapan muhalefet miydi ki? Sonra aynı zarraf ülkenin başına ne çorap örüyor bakın.
Akdeniz ve ege'de çok sayıda adamız son 20 yıl içinde yunanlılar tarafından işgal edildi. Peki aynı şekilde biz neden bu adaları yerleşime açmadık? Şimdi ise aklımız başımıza geldi doğruları yapıyoruz. Ama keşke bunlar en başta yapsaydık.
Rahmetli Denktaş'ı refüze ederek BM'ler referandumunu yaptırdık. Sonra ne oldu? Rumlar hayır demesine rağmen AB'ye girdiler. Şimdi ise Denktaş'ın haklı olduğunu gördük.
Herkesin görüşüne ve inancına saygı duyarım ama kim neden olursa olsun, doğruya doğru, yanlışa yanlış demediğimiz, sevdiklerimizi yanlış yaptıklarında eleştirmediğimiz sürece medeni ve gelişmiş bir ülke olamayız.
Tüm bu yazdıklarımı yıllar içinde hep ve daha detaylı yazdığım için, aslında yılladır yazdıklarımı bugün tekrarlamış oldum. Ben siyasi partilerin başında da, ülkelerin başında da yıllar boyu bir kişi olmasına karşıyım. Bunun yansımaları ülkenin yararına olmuyor çünkü. Değişim iyi bir şeydir.
Size cevap niteliğinde yazmadım. Uzun zamandır genel düşüncelerimi karma bir bütün olarak yazmamıştım, vesile oldu yazdım. Kimbilir belki de siz haklı çıkacaksınız. Muhalefet yine son anda anlamsız bir aday üzerinde anlaşacak yine iktidara sahip olamayacak. Bunu çok gördük öncesinde.
Ne diyelim, bizler ve ülkemiz için hayırlısı neyse ve kimse o olsun. Ülke iyi olunca da, kötü olunca da hepimiz etkileniyoruz.
Saygılarımla
Aydın Eroğlu
Stratejist
Finans Yazarı
www.borsaanalizci.com
Twitter: @aydineroglu_